Bir çocuk kitabında okumuştum. Küçük kız
kirazı öyle çok seviyordu ki, çekirdeklerini saklamak yerine onu toprağa
ekmişti. Güneş doğuyordu, güneş batıyordu, mevsimler birbirini kovalıyordu
ama küçük kız o çok istediği tomurcuğu bir türlü göremiyordu. Bir gün
çekirdeği ektiği yere gitti ve dedi ki "Seni özledim, hadi gel, çık dışarı,
göster bana kendini". Çekirdek, küçük kızın sesini toprağın derinlerinden
duydu ve o anda küçük kızın bir zamanlar avucundan toprağa bırakıverdiği o
eski formunda olmadığını farketti ve kalbinin ta derinlerinden gelen yaşam
nefesini büyük bir güçle dışarıya aktardı. O artık bir kiraz ağacı olma
yolundaydı.
Yaşamımızda sarsıcı deneyimlere sebep olan olaylar, küçük bir kızın özlem
dolu "Uyan artık" deyişi kadar naif olmayabiliyor. Bazen gerçekten sanki
görünmeyen bir güç tarafından tekmeleniyoruz, savruluyoruz. Başımıza yıkılan
safça kurduğumuz hayallerimiz de olabiliyor, bazen "dünyamız" diye
atfettiklerimiz de. Rider Waite destesinde bu durum sarsıcı, uyandırıcı ve
bir o kadar şiddetli bir şimşekle, Marsilya destesinde ise bir tüyle ifade
ediliyor. Yani bazen şimşeğin o ani ve sarsıcı elektriksel yükü ile bazense
ufak bir pürüz diye nitelendirebileceğimiz bir olayla sarsılmak mümkün. Tüy
eski Mısırda Maat’ın yanlış ve dengesiz olan şeyi yok eden ilahi adaletinin
sembolüyken şimşek ise Kabalistik yaşam ağacında iki denge sütunu arasında
hareket eder. Sonuç olarak, ister bir felaketle savrulmuş olalım, ister hiç
hesapta olmayan tüy kadar hafif bir pürüzle darmadağın olmuş olalım hayat
aslında bizi bu deneyimlerle sarsarak kendimize getirmek istemekte.
Bazen sadece korunaklı olduğu için, bazense
öylesi daha kolayımıza geldiği için kendi yarattığımız fildişi kuleden
yaşamı izleyebiliyoruz. Kartta üstü kapalı taç giymiş kişilerin aşağıdan
düşmesi de aslında dışardan gelebilecek herhangi bir etkileşime kapalılığı
anlatmakta. Ve ne zaman ki kendi kaosumuz içinde ufukta bizim için nelerin
olabileceği ihtimalini dahi göz ardı edip vizyonumuzu tamamen yitiriyoruz,
işte o zaman sarsıntı ister bir tüy sebebiyle olsun, ister bir şimşek,
kaçınılmaz oluyor. Nitekim Yıldız kartının simgelediği o ufukların ötesine
dair iç görüyü kazanabilmemiz ancak Kule’nin bir şekilde yıkılmasıyla mümkün
olabilir.
Kahramanın gece yolculuğunda "Dramatik Kurtuluş"u ifade eden Kule’nin
yıkılmasıyla enkaz altında kör talihimize veryansın etmeyi tercih edersek bu
noktada yolculuğunun en başına, "Büyük Kriz"e yani Asılan pozisyonuna geri
dönmemiz çok olası. Joker ile başlayan yolculuğumuzda zaman içerisinde
tecrübe ederek ispatlamış olduğumuzu sandığımız doğruların aslında hiç var
olmadıklarını kabullenmek, hele ki yeraltı yolculuğunda bize oldukça zor
gelebilir. Bu zamana kadarki doğru ve yanlışların o an, o durumda geçerli
olduklarını, şimdi bu yıkıntıların arasında dururken aslında doğru ve
yanlışın iç içe girdiğini fark edebilmek bizi bir sonraki karta yani
Yıldız’a, "Gençlik Pınarı"na götürebilir. Ne de olsa bizi kişisel kaosa
sürükleyen de aslında çoğu zaman olayları doğru ve yanlış, siyah ve beyaz
olarak çok net ikiye ayırarak tanımlamaktır. Kimi zaman iyi ve doğru olanı
gerçekleştirmek için öyle hamleler yapmışızdır ki aslında Kule kartının
içinde barındırdığı Araba kartındaki iki karşıt kutbun dizginlerini dengede
tutamadığımızı gözden kaçırmışızdır. Dolayısıyla yola devam edip hedefe
ulaşmak yerine kendimizi en rahat hissettiğiniz yerde, mesela yüksek, sözde
güvenilir ve korunaklı bir kuleye yerleştirmişizdir. Burada, kalıplarımız,
kanıksanmış doğrularımız ve artık geçerliliğini yitirmiş yaklaşımlarımız
vardır. Değişime olan direncimizin artmasıyla, sarsıntı tüy hafifliğinde
bile olsa bizi şiddetle etkiler ve kabuğumuz aniden, sarsıcı bir şekilde ve
acı vererek kırılır. Kule yıkılarak aslında iyileşmemiş yaralarımızın
kabuklarını kırar ve onlara apaçık bakmamızı, tanımlamamızı ister.
Artık kule yıkıldığına, ayağımızın altında bir zemin olmadığına ve gökyüzünü
yeniden tüm açıklığıyla görebildiğimize göre sahte bilinç kulesinden
özgürleşmişizdir. Yeniden ne için burada olduğumuzu hatırlamanın zamanı
gelmiştir. Özgürlük, uçsuz bucaksız, eskiden hayal bile edemediğimiz şekilde
önümüze serilmiştir. Saf hayallerin peşinden umutsuzca koşmak yerine, zaman,
yerini sadece "an"a bırakmıştır. Bu sayede zamandan özgürleşerek, aslında
şimdinin hem geçmişi hem de geleceği içerdiğini görmek mümkündür.
Yaralarımız zaten hiç olmamıştır çünkü artık "Gençlik Pınarı"na
ulaşmışızdır. Şimdi derin bir nefes alıp, gökyüzünü içimize çekebiliriz.
Ne zamanki kiraz çekirdeği aslında toprağın altına bırakılmış bir
çekirdekten ibaret olmadığını, içinde kiraz ağacının kendisini barındıran
bir tohum olduğunu anlar, işte o zamana dek hissettiği baskı ve acı yerini
gün ışığının sıcaklığına bırakabilir. Tıpkı Kule’nin sözde güvenli
duvarlarının yıkılmasının ardından engin gökyüzünde her şeyin zamandan
bağımsız bir "şimdi"den ibaret olabildiğini görebilmek gibi.
Deniz Bayraktar Bural,
24 Ekim 2021, İstanbul
|