Ana Sayfa |
|
Dünyamızın Acı Eşiği Ne Kadar Yüksek? |
Dünyayı
düzeltebilmek için önce toplumu düzeltmeliyiz; Toplumu
düzeltebilmek için önce aileyi düzeltmeliyiz; Aileyi
düzeltebilmek için önce kişisel yaşamımızı geliştirmeliyiz; Ve
kişisel yaşamımızı geliştirebilmek için de kalbimizi doğru tutmalıyız.
|
İnsanlığın varoluşundan beri insanoğlunun
katettiği yaşam yolu olan kahramanın
yolculuğunun çağrı aşamasının sonundaki eşiği atlamanın ne
kadar zor olduğunu anlatmak için yapılan bir tanım vardır: “Genellikle
eşikten atlamamanın acısı, atlamanın korkusunun üstüne geçmedikçe bu eşikten
atlamayız ve maalesef biz insanların bu noktadaki acı eşiği inanılmaz
derecede yüksektir...” Bu yolculuk evrenseldir, insanoğlunun varoluşundan beri yapılmaktadır ve insanlık var oldukça da yapılacaktır. Dünyaya gelmiş olmanın lüfuyla başlar, ana rahminden kopmayı, birey olma yolunda egoyu ve dünyasal değerleri geliştirmeyi, karşıtlıkları ayrıştırarak kavramayı, gölgemizle ve içimizdeki karşıt kutup olan eril (animus) ya da dişil (anima) ile yüzleşmeyi, egomuzu söndürerek içsel dünyamızın değerlerini keşfetmeyi, sembolik olarak ölmeyi, yaşamın doğasında var olan ikiliği kabul edip karşıtlıkları uzlaştırarak yeniden doğmayı, iyileşip benliğimize ulaşmayı, bütün olmayı ve bu yolu tamamlamış olmanın bize sunduğu yeni lütfu yaşamımıza dahil edip onu yaşama uyarlamayı kapsar.
Bu dairesel bir döngüdür ve sonsuzdur, bir yolculuk
biter, bir diğeri başlar, hatta aynı anda farklı platformlarda birden fazla
yolculuk yapılır. Eğer biz bu yolculukları gereğince katedersek, bu her
seferinde bir üst farkındalık düzeyinde olur. Ama ne yazık ki bu yolcuğa
çıkmayanlar ya da çıkıp da eşiği atlayamadığı için tamamlamayanlar
her zaman çoğunluktadır. Tarot
dendiği zaman çoğunuzun zihninde “Ne zaman evleneceğim?” “Bir işim, bir eşim, bir çocuğum olacak mı?” “Para
kazanacak mıyım?” “Üniversiteye girecek miyim?” tarzında sorulara
cevap veren bir fal söylemi canladığını tahmin etmek hiç güç değil. Hâlbuki
esasen, Tarot’nun 22 karttan oluşan Büyük Arkana’sı bize yukarıda bahsi
geçen yolculuğu anlatan, günümüze ulaşabilmiş en güzel ve en zengin
kaynaktır. Tarot’nun anlatısında ana rahmini terketmekle başlayan aktif ve
eylemsel bir eril, sonra da pasif ve sezgisel bir dişil yol vardır. İnsanoğlu
bütünlüğe kavuşabilmek için önce eril yolu, daha sonra da dişil yolu sırasıyla
katetmek zorundadır. Biz bu yolu, burada sizinle birlikte tüm kartlarla
katedemeyeceğimize göre, bu yolda dünyamızın içinde bulunduğu durumu
anlayabilmek için uzlaşması gereken iki kartın temasına bakmamız, hem dünyamızda
olan bitene hem de Tarot’ya ilişkin başka bir bakış kazanmamızı sağlayabilir. Dünyamız
da kendi kahramanın yolculuğunu yapıyor ve bir eşik atlama aşamasında. Yüzyıllardır
dünyada ataerkil düzen hüküm sürmekte ve kaynakların bize aktadıklarından
biliyoruz ki daha önce de anaerkil düzen hakimdi. Belli ki dünya ana
rahminden ayrılmış, eril yola koyulmuş ve katetmiş. Şimdi de kendisini karşıt
kutbuyla uzlaşmaya götürecek olan dişil yolun eşiğini atlamak durumunda.
Bu eril yol sanki dozunu ayarlayamamış bir İmparator kartı gibi. Onu eşikten
atlamaya çağıran da, adeta başka çaresi kalmamış da yolu işaret etmek için
dozunu arttırmış bir İmparatoriçe kartı gibi. Ama dünya, bu eşiği
atlamamak için ölesiye direniyor. İmparator
kartı bir baba. Otoriteyi, (eril) eylem gücünü, liderliği, dayanıklılığı, yapılar
ve sınırlar (hem yapısal hem de ego sınırları) inşa etmeyi, doğanın
dalgalanmalarından etkilenmeyecek teknolojiyi geliştirmeyi, doğadan verim
almayı ve hasadı temsil ediyor. Ama katı, savaşçı, dogmatik ve toleranssız.
Devlet Baba. İmparatoriçe
kartı ise bir ana. Doğurganlığın, verimin, yeninin doğuşunun ve (dişil)
büyüme gücünün sembolü. Sonsuz yaşam kaynağını temsil ediyor ve sınır
tanımıyor. Nehirleri akıtan, yağmuru yağdıran, İmparator’un hasadını
yapacağı bitkileri, ağaçları büyüten o. İmparator’un yapıp yıktıklarını
üzerlerine otlarını örerek yeniden kucaklayan o. Ama depremleri, kuraklığı
ve kasırgaları da yaratan o. Doğa ana. Dünyamızın
İmparator’u İmparatoriçe’yi görmek istemiyor. İmparatoriçe de
kendisini göstermek için ne gerekiyorsa yapıyor ve sonunda o da başlıyor İmparator’u
görmemeye. Yani kimsenin gözü kimseyi görmüyor. Hâlbuki olması gereken,
ikisinin uzlaşması ve kendi doğalarını bir dengede gerçekleştirebilmeleri.
Çünkü bu ikilik(dualite) yaratılışın, yani yaşamın doğasında var ve
sona ermeyecek. Eril olan dişili, dişil olan da erili kabul edip onunla uzlaşmadıkça
denge oluşmayacak ve dünyanın da acı eşiği giderek yükselecek. Aynı,
gece olmasa gündüzü bilmeyeceğimiz, karanlık olmasa aydınlığı
bilemeyeceğimiz, Şeytan olmasa Tanrı’yı bilemeyeceğimiz, ölüm olmasa yaşamı
bilemeyeceğimiz gibi. Biz
her ne kadar sadece ülkemizdeki ile ilgileniyorsak da, dünya üzerindeki
dinsel oluşumlarda genel bir yükseliş var. Din (aslında burada din demek
yanlış olur, dini yorumlayan ataerkil düzen demek çok daha uygun) ataerkil düzeni
daha fazla seviyor. Tabii ataerkil düzen de dini. Çünkü kendi içindeki dişili
dışlamasını sağlıyor. Dış dünyada da bunu kadınları örterek, eve
kapatarak, etkisizleştirerek, ona kulak vermeyerek ve günahkâr ilan ederek yapıyor
ve zannediyor ki dişili bertaraf ediyor. Amerika
beyaz bir kadını başkan seçmektense siyah bir erkeği seçmeyi tercih edecek
gibi görünüyor, ama öte yandan İspanya’nın hamile bir kadın Savunma
Bakanı oluyor. Yapılan araştırmalardan alınan duyumlara bakarak gazete ve
dergiler "Erkek nesli tükenecek mi?" diye başlık atıyor. Yani ironik bir biçimde çarpıcı temalar hep dişil üzerine
oluşuyor. Bize bu temaları getiren güdü ise eşik atlama korkusu ile eş zamanlı. Güdü zorluyor, ama atlamamanın acısı, henüz atlamanın korkusunu yenemiyor. Ve sanki eril dünya bunu yapmaktansa dişili zindana kapamayı, kendi ruhunu da şeytana satmayı tercih eder gibi görünüyor. Hâlbuki dünya artık görmeli ki katettiği eril yol sona eriyor. Yani artık zaman, karşıtlıkları ayrıştırarak kavrama zamanı değil, onları uzlaştırma zamanı. Karşıtlıklar yeterince ayrıştı ve biz onları gördük, şimdi ‘bir’ olmalılar. Buna direndikçe ayrışma dozu daha da artıyor. Aynı türbancılar ile ulusalcılar, Amerika ile şeytan ekseni gibi herkes kendine bir ejderha yaratıyor ve onunla savaşıyor. Evdeki ya da iç dünyadaki dişil henüz sesini duyuramasa da, doğa ana ben buradayım diyor. Bunu kasırgalarıyla, depremleriyle, tsunamileriyle, orman yangınlarıyla, uçak kazalarıyla gösteriyor. İmparator yapılarını sağlamlaştırıp katılaştırdıkça, İmparatoriçe ona meydan okuyor ve doğal afetlerini güçlendiriyor. Doğanın dengesi bozuluyor, kene bizim için ölüm tehdidi olmaya başlıyor, çiçekleri dölleyen arılar farklı davranış biçimleri sergiliyor. Amazondaki yağmur ormanları zarar görüyor, ilaç yapımı için gerekli bitkiler büyüyemiyor. Küresel ısınma büyüyor, kuraklık baş gösteriyor. Susuzluk yok deniyor, Güneydoğu "beni afet bölgesi ilan et, ürünümün %80’i kurudu" diye bağırıyor. Ürün olmayınca gıda yokluğu baş gösteriyor, uzmanlar "dikkat, gıda savaşları başlar ve sınırlar bir şey ifade etmez" diyor. Yani İmparatoriçe İmparator’un ayrıştıran sınırlarını zorluyor. İmparator yakında hasadını yapacak ürünleri bulamayacak, yapıları ve teknolojisi doğadan korunmasına yetmeyecek, inşa ettiği sınırlar yıkılacak. Ve gün gelecek kule (ki Kule de bir Tarot kartıdır) yıkılacak ve bakacağız ki aslında bize bizden başka ejderha yok. Friedrich Nietzsche'nin sözleriyle özetleyecek olursak, "Ejderhalarla fazla uzun süre savaşanlar sonunda kendileri ejderhaya dönüşürler."
Tarot’da
dişil yola koyulmadan önceki son kart yani eşik kartı, Ermiş kartıdır.
Ermiş, inzivayı ve içe dönerek kendini keşfetmeyi temsil eder. Dünyamızın
eşikten atlamasını istiyorsak bizim de bireyler olarak yapmamız gereken
budur. Kendimizi keşfederek iyileştirmek ve bunu dünyaya yansıtmak. Zaten Mahatma
Gandhi de bunu söylemiş: “İnsanoğlu olarak büyüklüğümüz, dünyayı
yeniden yaratabilmemizden daha ziyade kendimizi yeniden yaratabilmemizdedir.” Her
birimiz bir İmparator gibi karşıtlıkları ayrıştırıp kavrayarak yaşamımızı
ve ilişkilerimizi inşa etmeli ve bir İmparatoriçe gibi yaşamımızı, ilişkilerimizi
ve karşıtlıkları kucaklamalıyız. Başkalarını uzlaşmamakla suçlarken
biz ne kadar uzlaşıyoruz görmeliyiz. Egomuzu biraz söndürmeli, yargılamaları
bırakmalı ve önce kendimizi tanımalı, sonra da iyileştirmeliyiz. Kendi dişilimiz
ya da erilimizle barış imzalayıp akılcılığımızı hissedişlerimizle,
duyumsamalarımızı da sezgiselliğimizle bütünlemeliyiz. Joseph
Campbell'in dediği gibi, “Tüm toplumlar kötü, acı dolu,
adaletsizdirler ve hep öyle olacaklardır, dolayısıyla eğer bu dünyaya yardım
etmek istiyorsanız, öğretmeniz gereken şey bu dünyada nasıl yaşanacağıdır.
Yaşam bilgisi olarak acı dolu sevinci, sevinç dolu acıyı nasıl yaşayacağını
kendisi öğrenmeyen kişi bunu öğretemez.”
Bu da kendimizi bulmakla başlar. Böylece hepimiz kendi eşiğimizi
atlayabilir ve dünyaya da atlatabiliriz. Acı eşiği fazla yüksek olmayan bir dünyaya sahip olabilmek dileğiyle.
© Güneş İlhan, 24.05.2008, İstanbul
|
Başa Dön |
© 2005-2022, BARIŞ İLHAN YAYINEVİ Bu sitedeki tüm yazıların yayın hakkı Barış İlhan Yayınevi'ne aittir. İzinsiz hiçbir alıntı yapılamaz ve kopya edilemez. |
|